Agust Comte Ve Sosyoloji-2
Serimizin önceki sayısında sosyolojinin ortaya çıkışına kısaca değindik. Bu bölümde yaşanan toplumsal olayları ve sosyolojinin ortaya çıkışına etkilerini inceleyelim.
1)- Aydınlanma Düşüncesinin Etkisi
Aydınlanma düşünürlerinin 17. Yüzyıl filozoflarından farklı olarak; sistematik çıkarım yöntemi yerine doğa bilimlerinin yöntem anlayışı üzerinde kendi açıklamalarını oluşturmuşlardır.
Aydınlanma, insanın evrensel boyutta toplumsal hakları ve ödevleri ile insanın yeniden (Önceden Stoa öğretisi’nde yer almıştır) bir inceleme alanı olarak ele alındığı düşünce hareketi olmuştur. Aydınlanma düşüncesinin ana hatlarını maddeler halinde toplayalım:
1.Doğaüstünün doğalla, dinin bilimle, Tanrısal buyruğun doğa yasası ile ve din adamlarının filozoflarla yer değiştirmesi göze çarpmaktadır.
2.Sosyal, siyasal ve hatta dinsel sorunların çözümünde bir araç olarak deneyin rehberliğindeki akıl belirleyici unsurlardır.
3.Aydınlanma düşünürleri insan ve toplumun mükemmelleştirilebileceğine inanmışlardır.
4.İnsanın özellikle yönetimin baskı ve kötülüklerinden uzak tutulma hakkı olmak üzere, insan haklarına saygı anlayışı hakimdir.
Sosyolojinin Fransa’da bir bilim olarak ortaya çıkmasından hareketle Fransız düşünürlerinin, buradan hareketle Fransız sosyolojisinin aydınlanmadan olumlu olarak etkilendiğini söylemek yani, o dönemdeki Fransız sosyologlarının rasyonel, deneysel, bilimsel ve değişme yönelimli olduklarını söylemek tamamıyla mümkün görülmemektedir.
Çünkü aydınlanmaya karşı olarak gelişen düşüncelerde o dönem sosyoloji üzerinde olumsuz ve dolaylı yoldan olduğu söylenebilmektedir.
Aydınlanma düşüncesine tepki gösteren düşünürler sadece aydınlanmanın getirdiği düşünce ve değerlere değil Fransız Devrimi’nin sonuçlarına da tepki göstermişlerdir. O dönemdeki karışıklıklar, anarşi ve Fransız Devrimi sonrasındaki radikal değişmeler onları kendi felsefi anlayışlarında düzen ve istikrar temelinde; gelenek, otorite, statü, fonksiyon, norm gibi kavramlar üzerinde durmaya sevk etmiştir.
Bu yorum 18. yy. aydınlanma düşüncesi ile karşılaştırılacak olursa; ilgi alanın bireyden gruba, var olan düzenin eleştirilmesi yerine düzeninin savunulmasına ve toplumsal değişme yerine toplumsal istikrara doğru bir kayış olduğu görülmektedir.
Şimdi bu karşılaştırmayı maddeler halinde özetleyelim;
1.Aydınlanma düşünürleri bireyi vurgularken, tepki gösterenlerin temel sosyolojik ilgisi toplum olmuştur. Toplum sadece bireylerin toplamı olarak ele alınmamakta, geçmişte kökleri olan ve kendi gelişme kanunları olan bir bütünlük olarak ele alınmaktadır.
2.Toplum incelemelerin temel birimidir, bu bireyden daha önemli olduğu anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle birey toplum sayesinde vardır, bu noktada sosyalleşme süreçleri etkili olmaktadır.
3.Birey toplum içinde en temel unsur olarak görülmez. Çünkü toplum genel olarak kurumlar, yapılar, statüler ve roller gibi unsurlardan oluşmuştur.
4.Toplumu oluşturan unsurlar birbirleriyle ilişkili ve karşılıklı bağımlılıkları temelinde ele alınır. Buradan bu karşılıklı ilişki ve bağımlılık içinde olan unsurlardan birinde meydana gelen bir değişiklik diğer parçaları ve sonuçta ise toplumun bütününü etkilemektedir. O zaman toplumda yapılacak değişiklikler özen ve itina ile yapılmalıdır.
5.Toplumdaki değişme sadece toplum ve onu oluşturan unsurlar açısından değil toplum içindeki birey açısından da tehlikeli görülmektedir. Çünkü toplumdaki kurumlar bireylerin toplumsal ihtiyaçlarına yöneliktir, o zaman bunlarda meydana gelen bir değişmeden birey sıkıntı çekecek, buradan ise toplumsal düzensizliğe yol açmış olacaktır.
6.Toplumdaki daha küçük birimler; aile, komşuluk, din, mesleki gruplar toplum ve birey açısından oldukça gereklidir. Çünkü bu birimler modern toplumlarda yaşayan insanların yüz yüze samimi bağlar kurmasına imkan tanımaktadır.
7.Endüstrileşme, şehirleşme ve bürokrasi gibi o dönemde yeni yeni filizlenen olgular düzeni bozucu olarak ele alınmaktadır.
8.Toplumdaki bu değişimler daha rasyonel bir topluma gidişi sağlamaktadır ancak ibadet, ayin gibi irrasyonel unsurlar da önemini korumaktadır.
9.Son olarak ise toplumda o dönemde var olan hiyerarşik yapının korunmasını istemişlerdir.
Bu önermeler aydınlanmaya tepki olarak ortaya çıkan Fransız sosyolojisinin gelişmesinin entelektüel temeli olarak ele alınmalıdır. İlk sosyoloji düşünürleri bu düşünce temelleri yanında Aydınlanmanın diğer düşünsel kaynağını oluşturan bilimsel yöntemin kullanılması düşüncesinden de etkilenmişlerdir.
2)- Politik Devrimler
Fransız Devrimi Avrupa toplumunda yıllar önce başlayan düşünsel, toplumsal ve ekonomik değişimlerin bir sonucudur. Fransız Devrimi ile birlikte Fransa’da mutlak monarşi yıkılmış, Kilise’nin otoritesi büyük ölçüde zayıflamış, cumhuriyet kurulmuş, Avrupa’ya uzun zaman egemen olan feodal toplum yapısı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
Bu devrimle birlikte Montesquieu’nün benimsediği güçler ayrılığı ilkesi hayata geçmiş, Rousseau’nun savunduğu gibi bütün insanların doğuştan birbirleriyle eşit olduğu kabul edilerek Fransa’da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi kabul edilmiş, geleneğe karşı aklı savunan Aydınlanma düşüncesi ve Aydınlanmanın özgürlük, bireycilik, laiklik gibi ilkeleri siyasal ve toplumsal yaşama yansımaya başlamıştır.
Fransız Devrimi’nin sosyolojinin doğuşu üzerindeki en önemli etkileri, sosyolojinin ayırt edici inceleme nesnesi olan toplumsal grup kavramıyla (Nisbet, 1943) ilgilenmeye başlamasını sağlaması ve Devrim’in neden olduğu toplumsal kargaşa ortamında sosyolojinin ortaya çıkışını sağlayan temel sorunun, yani toplumsal düzenin yeniden nasıl inşa edileceği sorusunun sorulmasına neden olmasıdır.
Toplumsal örgüt olarak devlet, gücünün doruğuna ulaşırken insanları toplumun politik olmayan alanlarında birleştiren bağlar zayıflamış, toplum atomize olmuştur. Devletin bu şekilde merkezileşmesi, ahlaki bir çözülmeyi beraberinde getirmiştir (Nisbet, 1943).
Auguste Comte’a göre Fransız Devrimi toplumsal bağların çözülmesine, ahlakın ve toplumsal dayanışmanın zayıflamasına neden olmuştur ve devletin temel toplumsal işlevlerini aile veya din gibi başka aracılara devretmesi gerekmektedir.
Diğer bir deyişle Comte, Fransız Devrimi sonrasında şekillenen yeni toplumun insanları birbirine bağlayan birincil bağları çözdüğünü, dolayısıyla sorunun politik ya da ekonomik değil, toplumsal olduğunu düşünür (Nisbet, 1943).
Ona göre Fransa’da yaşanan karışıklıklar, bireyin kiliseden, aileden, topluluktan koparılarak izole edilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede Comte ve ilk dönem sosyologlar, ahlaki ve teorik olarak toplumsal grupların önemli olduğunu, din, aile, topluluk gibi kurumların toplumsal dayanışma ve toplumsal kontrol açısından işlevsel olduğunu, insanların içinde yaşadıkları toplumsal gruplara bağlı olduklarını ve bu gruplar tarafından şekillendirildiklerini vurgulamışlardır (Nisbet, 1943).
3)- Sanayi Devrimi ve Kapitalizm
Sanayi Devrimi’ni meydana getiren değişimlerin başında temel olarak, emek zanaat bağımlı üretim tarzından cansız enerji kaynaklarıyla fabrikalarda yapılan üretime geçiş yer almaktadır. Sanayileşme, geleneksel toplumsal yaşamı radikal bir şekilde değiştirmiş, basit kırsal yaşamın yerini karmaşık bir kent yaşamının almasına neden olmuştur.
Sanayi kentlerindeki fabrikalarda çalışmak için kırsal alanlardan kitlesel olarak kentlere göç edilmiş, bu da endüstriyel kentlerin beklenmedik bir hızla büyümesine neden olmuştur. Hızla büyüyen kentler ve göç olgusu, diğer yandan işçilerin ücretlerinin düşüklüğü ve çalışma koşullarının kötülüğü, endüstriyel kentlerde suçun hızla artmasına neden olmuştur.
Sanayi Devrimi ile birlikte aile ve eğitim kurumları da dönüşüm geçirmiş, geniş ailenin yerini çekirdek aile almış, eğitimin içeriği değişmiş, eğitim kurumu endüstrinin ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirmeye yönelik olarak şekillenmiştir.
İşçilerin kentlerde ağırlıklı olarak endüstriyel kuruluşlarda ve fabrikalarda kitlesel olarak çalışmaları, yeni “endüstriyel işçi sınıfı”nı doğurmuş, toplumsal tabakalaşma yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir. Endüstriyel işçi sınıfına mensup olan işçiler 19. yüzyıla kadar büyük ölçüde sosyal ve siyasal haklardan mahrum bir şekilde, kötü çalışma koşullarında ve düşük ücretlerle çalışmış ve genel olarak sağlıksız koşullarda yaşamıştır.
İşçilerin çalışma ve yaşama koşullarındaki bu sorunlar ve endüstriyel işçilerin fabrikalarda kitlesel olarak çalışması, işçilerle işverenler arasındaki çıkar çatışmasının kitlesel işçi hareketlerine dönüşmesine yol açmıştır.
Endüstriyel işçi sınıfı ile işverenler arasındaki çıkar çatışması, Sanayi Devrimi’ni izleyen yıllarda geniş çaplı işçi hareketlerinin ve sosyalist düşüncenin gelişmesinde etkili olmuş, ayrıca endüstri ve kapitalizmin yarattığı sorunlar klasik sosyoloji teorilerinde de ele alınmıştır.
Sanayi Devrimi ile birlikte toplumda yaşanan bu değişimler, yeni bir toplum tipinin oluştuğunun habercisidir. Bu yeni toplum, “endüstri toplumu” ya da “modern toplum” olarak adlandırılmıştır.
İşçi sınıfı kitlesel üretimi gerçekleştirdiği gibi, ürettiği ürünleri aynı zamanda kitlesel olarak da tükettiği için, daha sonraları tüketim toplumu olarak adlandırılacak olan ve kapitalizmin yeni bir aşamasını ifade eden bir toplum biçiminin ortaya çıkışını da haber veriyordu.
Sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkan, yeni üretici güç olan işçi sınıfına, sınıf olma karakterini kazandıran da üretim organizasyonundan kaynaklanan örgütlülüğün giderek toplumsal örgütlülüğe dönüşmüş olmasıdır.
Aynı ya da benzer iş yerlerinde ya da iş kollarında çalışanların, iş bölümünün gerektirdiği örgütlenmeleri zamanla toplumsal dayanışma örgütlenmelerine dönüşmüş; bu anlamda işçi sınıfının toplumsal/sınıfsal dayanışma örgütlenmeleri olan sendikalar ortaya çıkmıştır. Hatta sendikalar giderek siyasal partilere dönüşmüş ya da siyasal partiler ile çıkar ortaklığına dayalı yakın ilişkiler kurmuşlardır.
Böylelikle endüstriyel toplumda üretim araçlarının sahibi olan ve üretimin organizasyonunu gerçekleştiren burjuva sınıfı ve fiilen üretimi gerçekleştiren ve bu yüzden asli üretici güç olan, işçi sınıfı olmak üzere iki temel sınıfın varlığından söz edilebilir. Bu iki sınıf arasındaki ilişkiler son derece karmaşık ve anlaşılması zor olan ilişkilerdir. İşte sosyolojinin ortaya çıkış gerekçelerinden birisi de endüstriyel kapitalizmin iki temel sınıfı olan işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki karmaşık ilişkileri daha anlaşılır kılmaktır denilebilir.
4)-Şehirleşme
Sanayi Devrimi’nin bir sonucu olarak birçok insan 19.yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başlarında kırsal kesimlerden şehirlere taşınıştır. Yine endüstriyel sisteme bağlı olarak çok çeşitli meslekler ortaya çıkmıştır. Ancak bu gelişmeler beraberinde kırsal kesimden şehire yerleşmek için gelenler açısından şehir yaşantısına uyum sağlama sorununu da beraberinde getirmiştir. Yine bu arada şehirlerin kalabalıklaşması, gürültü, kirlilik, trafik ve benzer sorunlar şehir içinde yaşayanların yaşamlarını olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır.
19. yüzyıl başlarındaki kentsel mekanlardaki yaşam koşullarının anlaşılması, sosyolojinin ortaya çıkış gerekçelerinden ve temel araştırma konularından birisini oluşturmuştur. Bu bağlamda modern sosyolojinin kurucuları olarak kabul edilen, Le Play, Saint Simon ve Auguste Comte gibi Fransız düşünürlerinin, 19. yüzyıl başlarındaki kentsel mekanlarda yaşayanların yaşam biçimlerini merak eden ve araştıran çalışmaları, sosyolojinin öncü çalışmaları arasında sayılmaktadır.
KAYNAKLAR
Nisbet, R. A. (1943). The French Revolution and the Ri- se of Sociology in France. The American Journal of Sociology. Sezer, B. (2006a).
Sosyolojinin Ana Başlıkları. İstanbul: Kızılelma Yayıncılık
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...